Yemekle ilişkiniz nasıl?
Kimimiz yemek için yaşıyoruz, kimimiz de yaşamak için yiyoruz. Siz hangi gruba giriyorsunuz? Hiç düşündünüz mü?
Yemek yemek her şeyden önce hayatta kalabilmemiz için gerekli. Ama sonrasında işin içine keyif tarafı da giriyor. Sevdiklerimizle kurduğumuz sofralarda yemeğin tadına varmak, uzun sohbetler etmek, yeni lezzetlerin peşine düşmek, yeni malzemeler denemek… Hepsi çok keyifli.
Sadeleşme sürecimizde ne yediğimize, yemekle nasıl bir ilişkimiz olduğuna bakmak önemli.
Hayatlarımız koşturmaca içinde geçiyor. Yetiştirilecek işler, gündelik sorumluluklar, toplantılar derken yemek çoğu kez bu yoğunluğun arasında acele yerine getirilmesi gereken bir görev olarak görülüyor. Bazen yemek yemek unutuluyor bile.
Pek çoğumuzun günlük yemek alışkanlıklarına baktığımızda gördüklerimiz çok benzer: Sabah kahvaltısı için pastaneden alınan bol yağlı poğaça veya gevrek, öğlen yemekhanelerde yenen çok da lezzetli ve sağlıklı olmadığını düşündüğüm tabldotlar veya dışarıda hızlıca yenen hamburgerler, pideler, bazen acele ofiste atıştırılan salata, gözlerimizi bilgisayardan ayırmadan içilen kahveler, akşam televizyon karşısında kendimizi kaybederek yenen yağlı cipsler, çerezler, dışarıdan söylenen pizzalar…
Tüm bunlar sağlığımızı olumsuz etkilerken, yeme ihtiyacımızın özünün de kaçmasına neden oluyor, yemeği bir görev haline getiriyor.
Diğer taraftan bir de “duygusal yeme” sorunu var. Pek çok kişi sıkıntısını gidermek, içindeki boşluğu doldurmak için yemeğe sarılıyor. Ama yemek maalesef bu boşluğu doldurmuyor. Kilo, hastalık gibi daha büyük sıkıntılara yol açıyor.
Öncelikle yemekle ilişkinizin nasıl olduğuna bakmanızı öneririm:
Gün içinde neler yiyorsunuz? Ne zaman yiyorsunuz? Nasıl yiyorsunuz? Bunları yazmak, alışkanlıklarınızı net olarak görmenize yardımcı olur. Hoşunuza gitmeyen ya da size iyi gelmeyen yemek alışkanlıklarınızı değiştirmenizi kolaylaştırır.
Yemekle ilişkinizi netleştirdiğinizde hoşunuza gitmediyse, telaşa gerek yok. Sağlıklı ve iyi alışkanlıkları adım adım hayatınıza dahil edebilirsiniz.
Öncelikle biraz yavaşlamayı deneyin. Günlük koşuşturmaca içinde ya da çalışma hayatında bu çok zor demeyin. Yemeği kısa bir mola, dinlenme fırsatı olarak görün. Yediğiniz şeyin tadını alarak, kokusunu içinize çekerek, dokusunu hissederek yavaş yemeğe çalışın. Bunu yapmaya hiç vaktim yok derseniz, en azından birkaç lokmanızı böyle yemeyi deneyin.
Çalışma hayatında yeme düzenini oturtmanın zor olduğunu deneyimlerimle biliyorum. Ama istersek yapılabileceğini de biliyorum.
Sabahları pastaneden sağlıksız hazır yiyecekler almak yerine akşamdan sağlıklı alternatifler hazırlayabilirsiniz. Küçük bir tost, bir meyve gibi. Öğlen yine sağlıksız yemekler yerine, evde pişirdiğiniz yemeği iş yerinize getirebilirsiniz. Öğün araları için meyve, badem, ceviz gibi yiyecekleri yanınızda bulundurabilirsiniz.
Japonların “hara hachi bu” kavramı yemekle daha bilinçli, daha farkında ve daha sağlıklı bir ilişki kurmamıza yardımcı olabilir. “Hara hachi bu” Japonların uzun ve sağlıklı yaşama sırlarından biri olarak değerlendiriliyor. “Midenin yüzde seksenini doldur” anlamına geliyor. Tabi midemizin yüzde sekseninin dolduğunu net olarak ölçmemiz mümkün değil ama burada ana fikir tıka basa doymadan, biraz aç kalarak yemeği bitirmek. Porsiyonlarımızı da biraz küçük tutarak bu yaklaşımı uygulayabiliriz.
Bahsettiğim şeyler aslında çok basit ve yapılabilir şeyler. Yemeğe biraz farkındalık ve dikkat getirerek, yeme alışkanlıklarımızı daha sağlıklı bir şekle dönüştürebiliriz.
Hayatla bağımızı kuran yemek aynı zamanda keyifli de bir şey. Yemeğe gereken önemi vermek, yemekten keyif almak ruhumuza da iyi gelir.
Bu keyfi artırmanın da basit yolları var aslında. Yemeğin sunumuna özen gösterebiliriz örneğin. Özenli sunumdan kastım ziyafet sofraları gibi sofralar değil. Plastik tabakta yemek yerine sevdiğimiz bir porselen tabakta yemek, kağıt bardak yerine hoşumuza giden bir fincanda kahve içmek, yemek masasına küçük bir çiçek veya mum koymak, şık çatal takımımızı renkli bir peçete ile kullanmak gibi basit ama etkili şeyler.
Bir de yeni tatları keşfetmenin keyfi var. Gittiğimiz restoranlarda farklı bir şey sipariş etmeyi, evde farklı tarifler pişirmeyi deneyebilirsiniz. Böylece hem yemeği monotonluktan kurtarırsınız, hem de yeni tatları merakla yerken her duyunuz açık olur, aldığınız tat katlanır.
Yemek ile ilişkimizi konuşup da sevdiklerimizle uzun sohbetlerimize eşlik eden tadına doyulmayan sofralardan bahsetmemek olmaz. Ama bu sofralarda keyfi arttırmak için yemeğe amaç değil araç olarak bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Hazırlık sırasında kadınlar çoğu ziyan olacak çeşit çeşit yemekler yapıp, bitap düşüyorlar, sofranın da tadına varamıyorlar. Oysa bu kadar çok çeşide gerek yok ki. Önemli olan o masa etrafını paylaşmak, sevgi dolu sohbetler yapıp, birlikteliğin keyfini çıkarmak. Siz ne dersiniz?
Işıl – Ekim 2019