Mindfulness eğitmenliği yolculuğumda inziva süreci büyük heyecanla beklediğim bir deneyimdi.
İnzivayı nisan ayı başında yapacaktık. Ancak pandemi her alanı olduğu gibi bizim eğitim planımızı da altüst etti, inzivayı bilinmez bir tarihe ertelemek zorunda kaldık. Eğitimimize online olarak devam ettik.
Eğitmen adayı arkadaşlarımla fiziksel olarak birlikte olamamak, ortamı, sohbeti, deneyimi paylaşamamak ilk başta çok zor geldi; eğitimin verimliliği ile ilgili endişeler yarattı hepimizde. Ama çok kısa sürede aradaki ekranların duygu ve amaç birlikteliği olan kişiler için bir engel olmadığını gördük. Çok keyifli ve verimli eğitimler yaptık.
Hocamız Günter Hudasch’ın eylül başında Almanya’dan Türkiye’ye gelebilme olanağı olunca, hocalarımız inzivayı yapma konusunda çok ısrarcı oldu. Ve inzivanın tarihi 1-6 Eylül 2020 olarak belirlendi.
İnzivanın Önemi:
Mindfulness eğitmenlik sürecinde inziva çok önemli bir aşama. Eğitmen adayı sessizlik inzivası yapmadan kendi eğitimini açamıyor. İnziva, deneyimini derinleştirmesine, pek çok sorusuna deneyimleyerek cevap bulmasına yardım ediyor. Bir eğitmen, inziva yapmadan mindfulness kursu verirse eksik bir parça kalıyor. Bu nedenle inziva çok değerli bir deneyim.
İnziva Öncesi:
İnziva tarihi kesinleşince çok büyük bir kaygı yaşamaya başladım. Çünkü benim için inzivaya katılmak Covid-19 sürecinde yaşadığım çok korunaklı hayatı bitirmek anlamına geliyordu. İnziva demek, bir anda yaklaşık otuz kişiyle bir araya gelmek, seyahat etmek, otelde kalmak, restoranda yemek yemek demekti. Oysa ben pandemi sürecini evden çalışarak, alışverişlerimi online yaparak, yürüyüş haricinde dışarıya çıkmadan, kimseyle yüz yüze görüşmeden geçiriyordum. Şimdi güvenli alanımdan çıkacak hem de çok büyük bir açılma gerçekleştirecektim.
Benim gibi endişelenen arkadaşlarım da vardı. Tedirginliklerimizi paylaşınca hocalarımız Covid-19 konusunda gerekli tüm önlemlerin alınacağını, pratiklerimizi açık alanda yapabileceğimizi belirttiler. Açık hava seçeneği beni bir parça rahatlatsa da endişemi gidermeme pek de yardımcı olmadı.
Çok yoğun endişe ve kaygı yaşıyordum. Diğer taraftan hastanede yaptırmam gereken bir tetkik de beni çok endişelendiriyordu. İnziva konusunda karar vermek için önümde sadece iki günüm vardı. Ya en yüksek derecede önlemleri ve riski alarak inzivaya gidecek ya da inzivaya gitmeyerek, eğitimden mezun olma tarihimi, dolayısıyla mindfulness eğitmeni olma tarihini belirsiz bir geleceğe erteleyecektim. Sonunda inzivaya katılma kararı aldım.
İnzivayı beklerken, endişe ve kaygılarım çok arttı. İnziva, deneyimlemeyi çok istediğim, merakla ve heyecanla beklediğim bir şeydi. Tarih yaklaştıkça bu endişe ve kaygılara kafamım içinde dönen sorular eklendi:
Altı günlük sessizlik inzivası nasıl bir deneyim olacaktı? Kimseyle konuşmadan, hiçbir şey okumadan, yazmadan, müzik dinlemeden, e-postalara bakmadan, ailemi aramadan, sosyal medyaya girmeden, gündemi takip etmeden altı gün nasıl geçecekti? Kendi kendime sessizlik içinde kalabilecek miydim? Kendimle yüzleşmek korkutucu mu olacaktı? Bu süreç eğitmenliğime nasıl katkı sağlayacaktı? Beni dönüştürecek miydi? Onlarca başka soru daha…
Bu soruların zihinde yarattığı meşguliyetle zihnin sorularla ilgili yazdığı hikayeleri görmek fazlasıyla yorucuydu. Bu duygu ve düşünce yoğunluğu beni çok zorladı. Ancak yaptığım mindfulness pratikleriyle tüm bu zorlayıcı duygularla birlikte kalabildim, zihni sakinleştirebildim ve inziva için yola çıktım.
İnziva Ağva’daydı, nehir kıyısında doğanın içinde keyifli bir otelde.

1. Gün:
Odalarımıza yerleştikten sonra inzivaya başlıyoruz. Kurallar, program hakkında konuşmalar, sorular, meditasyon pratiği derken, konuşarak yediğimiz akşam yemeğinin ardından uzun bir oturma meditasyonu yaparak sessizliğe giriyoruz.
İnzivanın daha ilk dakikalarında, zaten çok yüksek düzeyde olan endişe ve kaygılarım daha da artıyor. Çünkü, oteldeki ve pratiklerimiz sırasındaki Kovid-19 önlemleri bana yeterli gelmiyor. “Beş gün böyle nasıl geçecek? Hastalanmadan güvenli bir şekilde eve dönebilecek miyim?”, soruları kafamdaki onlarca soruya bir kez daha ekleniyor.
Akşamki son oturma meditasyonu sırasındaki en büyük isteğim bir an önce odama, güvenli alanıma gitmek ve uyumak.
Sessizliğe girişimizle birlikte telefonumu uçak moduna alıyorum ve inziva boyunca da sadece alarm olarak kullanıyorum. Odada bırakıyorum telefonu. Sesini duymamak, her an mesajları kontrol etmemek ne güzel bir özgürlükmüş.
İnziva Rutinimiz:
Bu giriş gününü takip eden dört gün rutin bir program uygulanıyor:
Sabah 6.30’da kalkış, sekize kadar mindful hareket ve sessizlik içinde oturma. Kahvaltıyı takiben öğle yemeğine dek oturma ve yürüme meditasyonu ile sahilde yürüme meditasyonu. Öğle yemeğinden sonra bu meditasyonlara ek olarak mindful yoga ve beden taraması meditasyonları. Aralarda mindful kahve ve çay molaları. Saat 18.00’deki akşam yemeğinden sonra yine oturma meditasyonları ve Hocamız Günter’in konuşmaları ve şefkat meditasyonu ile kapanış. 21.30’da odalarımıza çekilme.
Bu yoğun programı tam bir sessizlik içinde gerçekleştiriyoruz. Her gün tek konuştuğumuz zaman dilimi gün boyunca sadece bir kez gruplar halinde Günter’le deneyimlerimizi ve sorularımızı paylaştığımız yaklaşık 45 dakika ve birkaç küçük kaçamak benim için.
İnziva boyunca ailemi aramıyorum. Biliyorum ki ailem güvende. Aksi bir durum olsa bana buradan ulaşabilirler. Sadece birkaç gece anneme mesaj atıp, iyi olduğumu söylüyorum. Çünkü tetkikin yan etkileri nedeniyle beni çok merak ediyor. Bunun dışında kimseyle telefon iletişimi kurmuyorum.

Meditasyon Salonu
2. Gün:
Sabahın sessizliğinde, tenimizi hafifçe ürperten serinliği hissederek, masmavi gökyüzü altında, havuz başında suyun sesi kulağımda yaptığım mindful hareketler beş güne de keyifle ve zinde başlamamı sağlıyor. Hareketleri yaparken, her hareketin bedenimdeki etkilerini dinliyorum. Tüm odağım hareketlerde. Bedenimin limitlerini görmek kendimle kurduğum ilişkiyi geliştiriyor. Bazen aklıma düşünceler geliyor, dağılıyorum. Bunu fark eder etmez hemen dikkatimi harekete veriyorum.
İkinci güne sol kulağım tıkanmış olarak uyanıyorum. Endişeleniyorum, açılmazsa günler böyle nasıl geçecek diye.
İlk günüm çok zor geçiyor. Zihinde belki binlerce düşünce birbiri ardınca koşuyor, sanki bir maymun gibi daldan dala atlıyor. Endişelerim, kaygılarım birer birer akıyor. Yaklaşık 45 dakika süren oturma meditasyonlarında durumum böyle. Bir taraftan uzun süreli doğru ve rahat oturabileceğim pozisyonu bulmaya çalışıyorum, bir taraftan zihindeki durmak bilmeyen hareketi izliyorum. Bazen olumsuz bir düşünce geliyor, zihin hikayeler yazmaya başlıyor. Bir bakmışım hikayeler arasında kaybolmuşum. Bunu fark edince hemen nefesime dönüyorum ya da oturduğum yeri tekrar hissetmeye çalışıyorum, çevreden gelen seslere, rüzgara, o anda ne oluyorsa ona veriyorum dikkatimi. Zaman zaman kızıyorum kendime, dikkatim dağılıyor diye. Sonra bunun farkına varıyorum, kendime daha anlayışlı olmaya çalışarak o ana dönüyorum.
Kulağımın tıkalı oluşu da zorlaştırıyor meditasyonu. Kafamın içinde tüm gün bir çınlama sesi, yönergeleri duymakta zorlanıyorum. “Bu şekilde beş gün nasıl geçer?” Buradan da hikayeler yazmaya başlıyorum, “Ya öbür kulağım da tıkanırsa?” Bu, çok yorucu.
Yürüme meditasyonları bana daha iyi geliyor bugün. Temiz havayı içime çekmek rahatlatıyor beni. Yönerge dinlemem gerekmediği için rahat ediyorum.
Sahile yaptığımız yürüyüşte beş duyumuzu da kullanarak anın içinde olmamızı söylüyor Günter. Uçsuz bucaksız masmavi deniz, hafif esen rüzgar, ayağımın altından kayan incecik kumlar. Denize dönüyorum yüzümü. Enginlere bakıyorum uzun uzun. Rüzgarı, denizin sesini, sessizliği dinliyorum. Denize girmeyi öyle çok istiyorum ki… Pandemi ayrı düşürdü beni denizden bu yaz. Çok özlediğimi fark ediyorum.

Öğleden sonra Günter’le görüşmemizde meditasyon deneyimimi anlatıyorum. Günter “şelale”ye benzetiyor bu durumu; bazen düşüncelerin bir şelale gibi aktığını, onları izlememi, onlarla özdeşleşmeyip, onlara kapılmadan düşüncelerle birlikte kalmamı söylüyor. Haftalardır yaşadığım stresin birikmesi nedeniyle kulağımın tıkanmış olabileceğini belirtiyor. Çenemi sıkmadan, bunu bir çapa olarak ele alıp, yönergeleri dinlemeden sadece o ana odaklanarak meditasyona devam etmemi öneriyor.
Akşamüstü yaptığımız yoga hareketleri gün boyu oturan ve yürüyen bedeni dinlendiriyor, beden taramasına hazırlıyor. Bedenimin limitlerini görerek, hareketlerin bedenimdeki etkilerini dinleyerek yapıyorum hareketleri. Beden taramasında ilk günün yorgunluğu çıkıyor, uyku ile uyanıklık arasında gidiş gelişler yaşıyorum. Zümra Hoca’nın ses tonundaki alçalıp yükselmeler ya da bir horlama, derin nefes sesiyle irkilip, ana, bedenin ilgili bölümüne dönüyorum. “Sakın uyuma, sakın uyuma” diye kendime kızdığımı fark edince “Bedenine dönebilirsin Işıl, bak belki hoşuna giden şeyler oluyor” diyerek kendime nazik olmaya çalışıyorum.
3. Gün:
Sabah çok zor uyanıyorum, alarmı kapatıp uyumaya devam etmek istiyorum. “Bugün nasıl geçecek, çok uzun ve yorucu bir gün olacak” gibi düşünceler yankılanıyor kafamda. Zor da olsa havuz başına gidiyorum. Gökyüzünü izleyerek yapıyorum hareketleri. Biraz açılıyorum. Sabahki oturma meditasyonları yine zor geçiyor. Uykum var ama ayık kalabiliyorum, meditasyon boyunca yine zihinde bin bir düşünce var. Sanki yoğunluğu biraz azalmış. Endişe ve tedirginliklerimse hala yerinde duruyor. Zihin dağıldıkça, yine ana dönmeye çalışıyorum, bıkmadan usanmadan tekrar tekrar. Bir an önce yürüme meditasyonu başlasa da iyice açılsam diye sabırsızlanıyorum, fakat vazgeçmeyip devam ediyorum oturmaya.
Bahçedeki yürüme pratiği yine iyi hissettiriyor. Attığım her adımda ayağımın havadan yavaşça inerek yere basışını, parmaklarımın arasını fark etmek, bir sağ bir sol, bir sağ bir sol… Kuşları dinlemek, ağaçtaki elmayı armudu, yere düşen yaprağı, çiçeğe konan arıyı ilk kez görüyormuşçasına merakla incelemek. Bir çocuğun mutluluğunda, özgürce…
Sahilde benzer duygular var içimde. Müthiş bir özgürlük duygusu hissediyorum. Şükrediyorum içime çektiğim havaya, gördüğüm denize, işittiğim seslere, kumlara gömülen ayaklarıma; yüreğim minnetle doluyor. Bir taraftan da koskoca evrende, sahildeki kum tanesi kadar küçük olduğumuzu fark ediyorum bir kez daha. İnsanın kendini ne kadar fazla önemsediğini, kibrini, hırsını, yargılamalarını, doğaya verdiği zararı düşünüyorum. Kendimle de bir yüzleşme anı oluyor buradaki dakikalar. Sarsıcı, ürpertici…
Oturma meditasyonlarımız uzun sürüyor, yaklaşık kırk – kırk beş dakika. Dik oturmamız gerekiyor ki nefesimiz bedenimizde rahat aksın ve uzun süre yorulmadan oturabilelim. Doğru duruşu bulmamız önemli, ağrı, uyuşma gibi rahatsızlık veren durumları yaşamayalım. Deniyorum, rahat pozisyonu bulmaya çalışıyorum. Bazen bir bakıyorum omuzlarım gevşemiş, öne doğru eğilmişim. Dikleştiriyorum sırtımı, boynumu, ama kasmadan. Bazen ayağım uyuşuyor, uzatmam gerekiyor. Çok nadir de olsa oturamıyorum, ayağa kalkıyorum. Kulağım çınlamaya devam ediyor, dikkatimi kulağım dışında olanlara veriyorum, çenemi sıkmadan durmaya çalışıyorum. Bir an geliyor ki çenemi sıktığımı fark ediyorum, hemen gevşetiyorum.
Akşam sohbetinde Günter tam da bugün ev özleminin olabileceğini, evi aramak, aileyle konuşmak için istek duyabileceğimizi söylüyor. Benim böyle bir özlemim ve isteğim yok. Gün içinde bir ara annemi aramak aklımdan geçti evet ama aramadım ve bu bir isteğe dönüşmeden sadece bir düşünce olarak kaldı. Bunu hatırlıyorum, zihni ev, arama, özlem, gündemi takip etme gibi duygu ve düşüncelere kapattığımı fark ediyorum. Zihnin eğitilebileceğini bir kez daha görüyorum. Zihin, sen ne büyüksün!

4. Gün:
Bugün kendimi buraya yerleşmiş hissediyorum. Rutin oturmuş. Her ne kadar rutin desem de aslında her günün rutini ayrı bir deneyim. Nasıl olacağını bilmesen de ne yapacağını bilmek iyi ve güvende hissettiriyor.
Sabah hava oldukça serin ve rüzgarlı. Yağmur yağabilir. Yağmurluklarımız ve şemsiyelerimizle gidiyoruz sahile. Deniz oldukça dalgalı. Gökyüzü mavi gri arası. Pamuk yığını küme küme bulutlar. Rüzgar ürpertiyor. Birden çocukluk anılarım canlanıyor. Babamla Akçay’da denizdeyiz, dalgalarla oynuyoruz. Özlemle gözlerim doluyor. Ne güzel günlerdi çocukluğum, çok gerilerde kalan… Hüzün çöküyor içime. Ama bu duygu da kabulüm. Ne de olsa duygular benim bir parçam, onlardan kurtulmaya çalışmak anlamlı değil, zaten bir süre sonra geçip gidecekler.
Öğleden sonraki görüşmemizde görüyorum ki pek çok kişi de çocukluğuna gitmiş bugün. Günter tüm bunların doğal olduğundan bahsediyor.
Bugün meditasyon duruşumu bulduğumu görüyorum. Rahat ve dik uzun süreli oturabiliyorum artık. Bu beni daha kendine güvenli hissettiriyor. Zihinde yine çok düşünce var ama yoğunlukları ilk günlerdeki gibi değil. Biraz daha sakin akıyorlar artık. Endişe ve tedirginliklerim ise hala oradalar, aynı yoğunlukta. Ama hikayeler yazarak, onları daha da büyütmüyorum ve onlarla birlikte kalabiliyorum. Kulağımın çınlamasıyla da birlikte kalabiliyorum, onu fark etmiyorum bile. Zihin dağıldığında, ana daha kolay dönebiliyorum ve kendimi olana daha rahat açabiliyorum sanki bugün. Kendime çok fazla kızmadığımı fark ediyorum, artık Işıl’a şefkatle yaklaşabiliyorum demek ki…
Sessizlik çok hoşuma gidiyor. Telefon yok, e-posta yok, sıkıcı gündem yok, telefon sesi yok, konuşmak yok, kimseye selam vermek durumunda değilim, “afiyet olsun”, “teşekkür ederim” demem gerekmiyor. Konuşmayı özlemiyorum, istemiyorum da. Sadece ben varım, bir de doğa. Hiçbir zorunluluğumun olmaması çok özgürleştirici. Keyfini çıkarıyorum bu sessizliğin.

Bir süredir günlük pratiklerim arasında çok seyrek yer veriyordum beden taramasına. Ama burada her gün yaklaşık kırk beş dakika beden taraması yapınca, deneyimimdeki farklılığı görmeye başlıyorum. Bedende hoşuma giden gitmeyen hisleri duyumsuyorum. Bedenimle kurduğum bağlantının güçlendiğini fark ediyorum. Bu bağlantı, farkındalığın temeli aslında. “Düzenli pratik.” diye fısıldıyorum kendime.
5. Gün:
İnzivanın son tam günü. Artık kendimi iyice burada hissediyorum. Anın içinde olmak, anı hoşa giden veya gitmeyen her şeyiyle deneyimleyebilmek keyif veriyor.
İnziva boyunca beni en çok zorlayan kısım yemek zamanları. Restoranda kendimi rahat ve güvende hissetmediğimden çabucak yiyip, kalkıyorum masadan. Tedirginliklerim ve endişelerim nedeniyle aldığım önlemlere çevremdekilerin güldüğünü düşünüyorum bazen; hiç anlaşılmadığımı düşünüyorum ama bunu kafamda büyütüp, hikayeler yazmıyorum.
İşte beşinci günün sabahı da bu zorlayıcı öğün sayılarını sayıyorum. Daha dört öğün olması hoşuma gitmiyor ama bu hoşa gitmeyen durumla da kalabiliyorum.
Bugün hava fırtınalı. Neredeyse adam boyu dalgalar kıyıyı dövüyor. Kumsalın derinlerine kadar geliyor, geri dönüyor deniz. Bu gel-giti izlemek, uçuşan saçlarım, rüzgarın sertçe tenime değmesi, kulağımda yankılanan denizin ve rüzgarın sesi. Hepsi bana canlı olduğumu, anda kaldığımı, yaşadığımı hissettiriyor.

Beş gün boyunca meditasyonlar arasında verdiğimiz çay-kahve molalarıyla yemeklerimiz de mindfulness’ın formel olmayan, hayatın normal akışında yapabileceğimiz pratiklerinden. Çayı kahveyi ya da çorbayı içerken, bir parça keki veya meyveyi yerken, sanki ilk defa yiyormuş gibi merakla bakmak, kokusunu içimize çekmek, lokmayı ağzımıza götürürken elimizin hareketlerini izlemek, tadını ağzımızın her zerresinde hissederek yavaşça yutmak. Bazen bu şekilde yiyip içmek sıkıcı geliyor, insan bir an önce bitirip, başka şeyler yapmak istiyor, doğru. İnziva sırasında ben de yaşıyorum benzer şeyleri. Ama sabırsız davrandığımı, sıkıldığımı fark ediyorum ve yediğim içtiğim şeyden keyif almaya çalışıyorum.
Tüm meditasyonların keyfini çıkarıyorum artık. İnzivanın ilk gününe göre kendimdeki dönüşümü değişimi görebiliyorum. Düzenli pratiğin ne kadar önemli olduğunu, insanı nasıl dönüştürdüğünü yaşayarak deneyimliyorum çünkü.
Hocalarımız Günter ve Lot, “mindfulness”ı deneyimden anlatacağımızı söylüyorlar tüm eğitimimiz boyunca. Bunu anlıyorum, günlük pratiklerimden de biliyorum ama inziva boyunca bunu tam içimden, yüreğimden hissederek yaşıyorum. Eğitmen olduğumda “mindfulness”ı deneyimden anlatabilecek, öğretebilecek olmanın verdiği güveni kalbimin derininde hissediyorum.
Günter’in akşam sohbetleri güzel kapılar açıyor bana, yeni bakış açıları yaratıyor. Aklıma nice fikir getiriyor, paylaşmak ve yapmak istediğim.
Her akşam yaptığımız şefkat meditasyonları apayrı bir deneyim. Günlük meditasyonlar sırasındaki iç seslerim, iç eleştirilerim bana kendime karşı pek de şefkatli olmadığımı gösteriyor. Önce kendime şefkat duyabilmeliyim ki kalbimi diğer insanlara da cömertçe açabileyim. İşte şefkat meditasyonlarında bunu deneyimliyoruz. Çok kolay değil, ama her meditasyonda olduğu gibi şefkat konusu da sabır ve açıklık istiyor, bol pratik istiyor.
6. Gün:
Sabah sevinçle uyanıyorum. Bugün inzivanın son günü. Artık bir an önce bitsin de evime döneyim istiyorum. Bir taraftan da “daha iki öğün yemek yiyeceğiz, bu çok zorlayıcı” gibi düşüncelerle sıkıntı hissediyorum.
Sabah hareketleri, sessiz oturma ve kahvaltı derken inzivanın son meditasyonuna sıra geliyor. Günter, Fernando Pessoa’nın “Beyond the Bend in the Road – Yolun Dönemecinin Ötesinde” şiirini okuyor. Şiirin Türkçesi de İngilizcesi de çok etkileyici. Bir süre bu şiirle sessizce oturmamızı istiyor. Bu oturma boyunca inzivanın bende yarattığı tüm duygular, düşünceler, değişimler yerli yerine oturuyor sanki. İnzivaya katılabildiğim ve sağlıkla tamamladığım için şükrediyorum. Altı gün boyunca kazandığım motivasyonu devam ettirmeyi diliyorum. İçsel gücümün büyüklüğünü bir kez daha fark ediyorum. Hayatımdaki tüm zorlu dönemeçler gözümün önünden geçiyor. “Işıl sen neleri atlattın. Bu süreci de atlatabildin. Müthiş bir deneyim ekledin hayatına. Seni seviyorum ve takdir ediyorum.”, diyorum.
Zihin öyle büyük ve müthiş bir şey ki eğitilebiliyor ve insan, zorluklar karşısında esnek ve güçlü kalabiliyor. İnzivada deneyimlediğim en önemli şeylerden biri bu.
Sessizliğe Veda:
Ve sıra sessizliğin bozulmasına geliyor. İki kişilik gruplara ayrılıyoruz. Yedişer dakika, inzivadan bizde kalanları paylaşıyoruz grup arkadaşımızla. Mindful bir şekilde anlatıyoruz ve dinliyoruz birbirimizi.
Benim grup arkadaşım inzivanın büyük kısmında arkamda oturan, varlığıyla, bakışlarıyla bana güç ve destek veren Özlem. Önce ben anlatıyorum yaşadıklarımı, bende kalanları. Sımsıcak gözleriyle dinliyor. Beni anladığını hissediyorum. Bu çok güzel bir duygu.
Sonra sıra Özlem’e geliyor. Benim yaşadıklarımı yüreğinin derinliklerinde hissettiğini, beni çok iyi anladığını anlatıyor. Birlikte ağlıyoruz… Anlaşılmak öyle kıymetli ki… Hele ki endişelerimin, kaygılarımın hiç anlaşılmadığını düşündüğüm, hissettiğim bir süreçte. Ona sarılmak istiyorum ama Covid nedeniyle sarılamıyorum, işaretlerle gözlerimle sarılıyorum…
Ve kapanış. Mindfulness Institute’ün hazırladığı inziva fotoğraflarından oluşan klibi izleyip, fotoğraflar çekiliyoruz. Yediğimiz öğle yemeğinin ardından vedalaşıp, yola koyuluyoruz evlerimize, sevdiklerimize doğru.
Çok istediğim inziva deneyimini yaşayabildiğim için huzurla ve şükürle dönüyorum.

Konuşma Kaçamakları:
İnziva boyunca hiç konuşma isteği ve ihtiyacı duymuyorum. Konuşmamak çok hoşuma gidiyor. Yemek sonralarındaki aralarda tek başıma nehir kıyısında oturuyorum. Çayımı, kahvemi yudumlarken nehri, gökyüzünü ve ağaçları izliyorum. Kısa yürüyüşler yapıyorum bahçede. Yeşil, mavi bana çok iyi geliyor. Zihnimin sakinleşmesine yardım ediyor. Doğada olmayı öyle özlemişim ki…
Ne istediğimi anlatabilmek için zorunlu birkaç minik konuşma oluyor garsonlarla. Geç kalmamak için bir iki kez saat sormam dışında da konuşmuyorum kimseyle. Telefonu saat olarak bile yanımda taşımıyorum. Bir kez sadece birkaç kare çekmek için yanıma alıyorum. Fotoğraf çekmek yerine, anın içinde olmayı, anı her saniyesiyle içimde yaşamayı, zihnime mühürlemeyi tercih ediyorum.
Konuşmamak zor mu? Belki bazıları için öyle. Ama benim için zor değil. Konuşmasam da yanımda sevdiğim tanıdığım insanların olması, benzer şeyleri yaşadığımızı bilmemiz bana güven veriyor. Bazı arkadaşlarımla zaman zaman buluşan gözlerimiz iyi hissettiriyor. İnsanın insana ihtiyacı olduğunu bir kez daha görüyorum.
Özellikle birkaç arkadaşımın varlığı, iyi olup olmadığımı merak eden ve soran gözleri bana tüm inziva boyunca güç veriyor, destek oluyor. İyi ki oradalar ve iyi ki birbirimizi tanımışız. Özlem, Hülya, Sevgi çok teşekkürler…
Birkaç minik konuşma kaçamağı da beni merak eden arkadaşlarımla oluyor. İyi olduğumdan emin olmak istiyorlar. Çünkü endişe ve kaygılarımın farkındalar.
Tüm bunları konuşma olarak değerlendirmiyorum. Yüzdeye vursam, inzivanın yüzde birine ancak denk gelir. İnziva boyunca sessizlikle kalabildiğim için takdir ediyorum kendimi ve şefkatle kucaklıyorum.
Not: Fotoğraflar Mindfulness Institıte’ten Begüm Bayram ve Burak İşleyici’ye aittir. Kendilerine teşekkür ediyorum.
Işıl – 15 Eylül 2020